İlk Kitap

İlk Kitap

Geceyi Sevmeyen Çocuk ve Var Olma Direnişi

*Geceyi Sevmeyen Çocuk  Ekim 1991
*Canı Sıkılan Çocuk Kasım 1993
*Sabahı Boyayan Çocuk Nisan 1995
*Masalları Arayan Çocuk Nisan 1997

Geceyi Sevmeyen Çocuk adlı ilk kitabın masallarını 1988-89 yılları arasın da yazdım. Bu masallara sonradan yeni masallar ekleyip, yeni yeni kitaplara dönüştüreceğim, aklımın ucundan bile geçmiyordu. Başka kitabım olmayacakmış gibi, elimde ne varsa, hepsini tek bir kitaba koydum, kapağındaki gece resminin zeminini yıldızlarla boyadım… Karanlık, her çocuğun bilinmezlerle dolu bir dünyaya doğuşunu simgeliyordu.  Yıldızlar da, bilgi arttıkça, yaşamı aydınlatan ışıkları…

gece

Resimleme:

Ben bir çocuktum hep… Hiç yılmadan yorulmadan hayallerinin peşinde giden... Merak ediyordum, acaba masalları dinlerken çocuklar da yetişkinlerle aynı imgeleri, aynı şekilleri, aynı renkleri mi görür? Çocukların hayal dünyasıyla buluşsa, masallar nasıl resimlenir?
Hayaldi; zor, ama merakımı kışkırtan…  Küçük oğlum Alper’in resme yeteneği vardı. Onu 4-5 yaşındaşyken Resim Heykel Müzeleri Derneği’nin hafta sonları çocuklar için açtığı resim kurslarına götürüyordum. Çocukların hayal gücü ve renkleri kullanmadaki becerileri beni şaşırtıyordu.
Çocukların resim sergilerine gittim, katıldıkları yarışmaları izledim, dergilerdeki çocuk resimlerine baktım ve oralarda resimleri yayımlanan, yarışmalara katılan çocuklara mektuplar yollamaya başladım:  “Masal resimler misin?”.
Dileyenlere masallar gönderdim. Resim kursundaki öğretmenlerle görüştüm, bazı derslerde çocuklara masal okudum, onlar resimledi.
Resimlemede bir çerçeve çizmeden, kural koymadan, çocukları özgür bırakmıştım. Diledikleri boyda, diledikleri teknikle ve boyayla çalıştılar. Çocuklar birbirini tanımıyordu ve farklı şehirlerde yaşıyorlardı, ancak kimi zaman, iki ayrı şehirden postayla gelen resimleri yan yana koyduğumda, resimlerin birbirinin devamı gibi görünebilmesi, beni şaşırtmıştı. Masalda hiçbir ipucu olmamasına rağmen, uzaylı çocuğun giysileri neredeyse aynı renkteydi, antenleri de birbirine benziyordu. Bazı resimler de o kadar canlı ve yaratıcıydı ki, elime aldığımda heyecanlandığımı ve gözlerimin yaşardığını hatırlıyorum. Kitabın tüm resimlerini toparlamam bir yılı aşkın bir süreç aldı.
Kimi kuru kalem, kimi pastel, kimi suluboya… Kimi yarım sayfa kâğıtta, kimi dev bir kartonda… Hepsi teknik olarak birbirinden farklı olan resimleri nasıl birleştirecektim? Henüz bilgisayarlar tasarımda kullanılmaya başlanmamıştı. Resimleri kesip biçerek tasarıma uydurmaya çalışıyordum. 1990’da renkli fotokopiler yeni bir icattı ve çalıştığım iş yerine yakın bir yere bir tane kurulmuştu.  O makinede resimleri küçültüp büyültüp, kitap sayfasına uydurmaya çalıştım. Elektrikli daktiloda sütunlar yaptım, paragrafları kestim biçtim ve kendime göre bir montaj yaparak, kitabı tamamladım: Geceyi Sevmeyen Çocuk hazırdı.
Çocukluk düşlerimi gerçeğe dönüştürecek mucize, artık elimdeydi! Kitabı bastırabilirsem, yazar olacaktım!  Duygularımı, ancak çocukluktan beri bunu tutkuyla isteyen bir başka yazar anlayabilir…

Gazetede basım:

Kitap nasıl basılır? Kim Basar? Kitap haline dönüşmesi için ne yapılır, nereye gidilir?
Kitabın kapağı gibi ben de karanlıklar içindeydim. Danışabileceğim kişiler sadece, 1974’den itibaren, önce Hayat Mecmuası’nda, sonra da Elele dergisinde beraber çalıştığım yazı işleri müdürümdü.
Hayat Mecmuası’nda rahmetli Çetin Emeç’le çalışmıştık. Çetin Bey daha sonra, Hürgün grubuna yayın yönetmeni olarak geçmiş, yerine Mehmet Ali Kayabal gelmişti. Bir süre sonra Çetin Bey hem Mehmet Ali Bey’i, hem beni çağırmış ve ikimizi de Elele dergisine davet etmişti. Böylece Mehmet Ali Bey, Elele dergisinde de yazı işleri müdürüm oldu.
Çetin Emeç ,suikasta kurban gitmişti, yazık…  Mehmet Ali Bey ise Elele’den ayrılmış ve Günaydın gazetesine müdür yardımcısı olarak girmişti. Böylece danışabileceğim tek kişi olarak, elimde renkli fotokopilerle kapağına kadar hazırlanmış Geceyi Sevmeyen Çocuk’la, eski yazı işleri müdürüm Mehmet Ali Bey’e gittim. O zamanlar Günaydın’ın başında Suna Pekuysal’ın eşi Ergun Köknar vardı. 
Kitabı orada bırakmamı, okuyacaklarını söylediler. Kalbim pır pır… Kısa bir süre sonra Günaydın’dan aradılar. Gazeteye ek olarak verilecek bir çocuk dergisi planlıyorlarmış ve benim masallarımı orada yayımlamak isterlermiş…  Nasıl korktum, anlatamam. Ben onu kitap olarak hazırlamıştım, eğer parça parça gazetede basılırsa, bir daha geri alamam diye kaygılandım. Sanıyordum ki, bir kez bir yerde basılırsa, bir daha o metin yazarın olmaz, basanın olur!  Kimse de bana yeterince açıklama veremiyordu, çünkü çocuk kitapları yaygın değildi ve o sıralar herkes bu konuda deneyimsizdi (1990).
Ben, “Olmaz, Geceyi Sevmeyen Çocuk bir kitap olacak,” dedim.  Onlar da, “Vermeyiz, biz bunları basacağız,” dediler. Kitabı geri alabilmek için, onlara vaatte bulunmak zorunda kaldım, “Söz, ben size aynı bunlar gibi yeni masallar yazacağım, ama Geceyi Sevmeyen Çocuk’u bana geri verin, onun kitap olarak basılması benim hayalim,” dedim.  Ve gerçekten de, yeni masallar yazmaya başladım.
Kronolojiye baktığınızda, bu ilginç geçmiş zaten hemen ortaya çıkıyor. İlk kitap olan Geceyi Sevmeyen Çocuk, 1991 sonbaharında, Mavibulut’ta basıldı.  Ancak Günaydın gazetesinde masallarım 1990’da yayımlanmaya başlandı ve bu yayımlanan masalların hepsi, daha sonraki yıllarda yayımlanan ciltli kitaplara giren masallardır.

ilk kitap

Örnekleyeyim:

Cadı Burunlu Fabrika: Günaydın gazetesi, Sobe eki, Sayı 2, 22 Haziran 1990
(dizinin 1993’te yayımlanan 2. kitabı CANI SIKILAN ÇOCUK’ta yer aldı)
Reklamları Çizen Çocuk: Günaydın Gazetesi, Sobe eki, Sayı 4, 7 Temmuz 1990
(dizinin 1997’de yayımlanan 5. Kitabı MASALLARI ARAYAN ÇOCUK’ta yer aldı)
Denizin Altını Merak Eden Vapur , Günaydın Gazetesi, Sobe eki, Sayı 9, 10 Ağustos 1990
(dizinin 1994’te yayımlanan 3. kitabı KARDEŞ İSTEYEN ÇOCUK’ta yer aldı)
Bütün Oyuncaklar Benim, Günaydın gazetesi, Sobe eki, Sayı 11, 24 Ağustos 1990
(dizinin 1995’te yayımlanan 4. kitabı  SABAHI BOYAYAN ÇOCUK’ta yer aldı) 

1990 ve 1991 yıllarında Günaydın’da yayımlanan masalların içinde bir tane bile Geceyi Sevmeyen Çocuk’taki masallardan yoktur, kitabı alıp da bir daha bana vermezler sandığım için, o korkuyla onlara sürekli yeni masallar yazıp verdim… Bir gün, bir de baktım, yavrusunu koruyan anne gibi gazeteye kaptırmamak için kitabımın üzerine titrerken, bu yersiz korku sayesinde koca bir diziye dönüşecek onlarca masal yazmışım. 
Geceyi Sevmeyen Çocuk’ta iki giriş (Geceyi Sevmeyen Çocuk ve İnatçı Çocuk başlıklı anne-çocuk diyalogları) 10 da masal, toplam 12 başlık vardır.  Eğer en baştan bilseydim ki kitaplar bir diziye dönüşecek kadar çoğalacak, ilk kitaba da tek diyalog koyardım ve 12 metni aynı kitaba tıkıştırmazdım.  Ama bu tek kitabımdır telaşı, ilk kitabın böyle sıkışık olmasına neden oldu.
Daha sonraki kitaplarda ise, bir giriş diyaloğu ve 9 masal olmak üzere 10 metin vardır…

geceyi sevmeyen cocukKapaklar:

İlk kitaptaki karanlık gece ve yıldızlar simgesini sonraki kitaplarda da, giderek aydınlanan gökyüzü motifiyle sürdürdüm. Kapak zeminlerinin ilk dördüne yıldızlar serptim. Ancak son kitap olan Masalları Arayan Çocuk’un kapağında artık güneş doğmuştur, yıldızlar görünmez. Kapaklardaki geceden gündüze geçiş, dizideki masalları dinleyen çocuğun aydınlanmasını simgeler. Dinlediği onlarca masalın ardından son kitaba geldiğinde, artık dünyayı ve yaşamı tanımış, böylece bilinmezlere karşı duyduğu korkulardan kurtulmuş olacağını anlattım. Bilginin ışığı, güneşli bir gökyüzü gibi, yaşamını aydınlatacak, onu özgürleştirecektir.

Konular:

Masalların her birinde birden fazla kavram işlenmiştir.  Çocukların 3-7 yaş aralığında karşılaşacağı kavramların hemen hemen hepsi masallarda yer alır.
Arkadaşlık, aile sevgisi, çevre ve doğa bilinci, hayvan sevgisi; okul, ev, park ortamları,  uzay ve gök cisimleri, yaşamı sorgulama, vb. Masala dönüştürmekte en çok zorlandığım kavramlar, hırsızlık, alt ıslatma ve ölüm oldu. Bu üç kavramı çocukların kalbini kırmadan, ruhunda fırtınalar estirmeden nasıl anlatabilirim diye birkaç yıl düşündüm ve sonunda Bütün Oyuncaklar Benim, Kimin Yatağı Uçuyor, Yaşlı Çocuk başlıklı masalları yazdım.
Ben kendimi “masal yazarı” olarak tanımlıyordum ama gün geldi, bir de baktım öyküler çaldı kapımı, şiirler sızdı yüreğimden, romanlar düştü aklıma… Ama ne yazarsam yazayım, masallar hep benim ilk göz ağrım, ilk sevgilim olarak kalacak.

Basım süreci:

Kitabı Günaydın’dan geri aldıktan sonra, nereye gideceğimi bilemedim. Ek iş olarak birkaç yıl Tay Yayınları’na çizgi roman çevirisi yapmıştım (Kızıl Maske, Mandrake, Zagor, vb.) Tay’ın sahibi Sezen Bey’e gittim ve kitabı gösterdim. Beğendi beğenmesine ama nerede basılabileceği konusunda onun da bir fikri yoktu.
Ya-Pa çocuk yayınları konusunda o sıralarda önde gelen bir yayıncıydı, randevu aldım.  Kitabımı göğsüme bastırıp, heyecanla Cağaloğlu’daki ofise gittim, merdivenleri uçarak çıktım. Turhan Özüduru, kitabı eline alır almaz, eleştirmeye başladı. Başlığın olumsuzluk taşıdığını ve başlığın “Geceyi Sevmeyen” değil “Geceyi Seven Çocuk” olarak değişmesi gerektiğini söyledi. Tabii kapak rengi de değişmeliydi, çocuklara yıldızlı da olsa karanlık bir gece resmi olmazdı!
İçindekileri okumaya başladığında düşüncelerinin mucizevi şekilde değişeceğini umuyordum. Öylesine güveniyordum masallarıma. Sabırla iç sayfaları açmasını bekledim. Ancak sayfaları çevirdiğinde de, olumsuz görüşlerinde bir değişiklik yoktu. Yayınevinin danışman pedagogları olduğunu, onların, okul öncesi çocuklar için ancak beş sözcük içeren cümleler kurulabileceği konusunda fikir birliği içinde olduklarını, benim cümlelerimin ise çok uzun olduğu, masallarımın çocuklara seslenmediği konusunda bir söylev verdi. Neden bir pedagogla çalışmamışım, çocuklar için yazarken öyle yapılırmış. Üstelik öğretmen de değilmişim, ben kim mişim de kendi kendime çocuklar için yazmaya kalkışmışım…
Ağlamak üzere olduğumu belli etmemek için kitabı elinden hızlıca çekip, “Beş sözcüklü cümle yazdığım zaman kapınızı çalarım,” diyerek kapıdan nasıl fırladığımı, merdivenleri ağlayarak nasıl indiğimi ve Cağaloğlu’dan Karaköy’e hiç durmadan ağlayarak nasıl koştuğumu ve o andaki duygularımı, bir yazardan başka kim anlayabilir? Ama ben henüz yazar bile değildim ki! O gün yol boyunca avaz avaz ağlayarak koşarken çevremdeki insanların bana tuhaf tuhaf bakışları hâlâ gözümün önünde, duygularım, belleğimin derinliklerinde, düş kırıklığım, yüreğimin acı kutusundadır.

Ben bir çocuktum hep… Hiç yılmadan yorulmadan hayallerinin peşinde giden...

Bendeki nasıl bir tutkuysa, yılmadım... Randevu aldım. Kitabım koltuğumda, Yapı Kredi Yayınları’nın kapısını çaldım. 
Yazı işleri koltuğunda, Turhan Ilgaz vardı, yanında, Ergin Telci.  Kitaba baktılar, evirip çevirdiler, birazını oracıkta okudular ve aralarında “Tam aradığımız gibi bir kitap!“ diyerek birbirlerine onaylarcasına baş salladılar. Sonra bana dönüp, “Biz de tam böyle bir çocuk kitabı arayışındaydık, önümüzdeki yılın yayın listesine koyabiliriz…” dediler.
Neee, sonraki yıl mı?  Ama ben kitabım “hemen” basılsın istiyordum, bir sonraki yıl değil. Elimdeki tek taslağı o ana kadar birçok kişi okumuştu, ya bir yerlerde yayımlanıverirse, bana ait olduklarını nasıl kanıtlayabilirdim? Korkuyordum, sabırsızlanıyordum. O sıralarda telif yasası yoktu… Masallarımı yitireceğim korkusu içim içimi kemiriyor, artık bir an önce yayımlanma sürecine girdiğini bilmek istiyordum. Bir yıl çok uzun bir zamandı…  “Ben gelecek yıl size başka bir masal kitabı getiririm,” diyerek Geceyi Sevmeyen Çocuk’u yeniden kucağıma alıp kaçtım oradan…
İzmir Amerikan’da son yılımda okulumuza konuşmacı olarak Redhouse Yayınları’ndan Mr. Edmunds gelmişti.  Onu arasam randevu verir miydi? Verdi.  Çok da yakın davrandı. Ama ne yazık ki, Redhouse’un Türkiye’deki görevi bitmişti; yayını bırakmışlar, Amerika’ya geri döneceklerdi.  Bundan böyle sadece sözlük yayımlayacaklardı. Ama… Ama… Eğer istersem… Neyi istersem?  Kim? Ne?
Bir Türk editörleri varmış, kendi yayınevini kurmuş.  Redhouse kapanınca o da ayrılacak ve Mavibulut’la sürdürecekti faaliyetini. Belki o basardı kitabı. Onunla tanışmak ister miydim? 
İşte böyle…  Fatih Erdoğan’la tanıştım.  Odasına girdiğimde, yanında Handan Derya’nın kocası Yıldırım Derya vardı. Oturmuş sohbet ediyorlardı. O günü hiç unutmam. Yıldırım Derya’nın at kuyruğu vardı, Fatih’ Erdoğan’ın ise uzun, kocaman saçı, sakalı…

Sevgilerle,

Aytül Akal