Çılgın, özgür, dinamik, hayalperest... Belki de bu nedenle konuşur ağaçlar, kuşlar, kâğıtlar, dinazorlar; bu nedenle uçar yataklar, çocuklar, tabaklar; trafik lambası oyun oynarken, arkadaş olur filler, zürafalar; canı pek sıkılır aydedenin; ille de denizin altını merak eder vapurlar...
Bu çılgın düşünceler ve imgeler, başımın içinde döner durur, en ciddi iş toplantılarında bile beni güldürür...
Yazdığım her şeye sevdigim renkleri katmaya bayılırım. Ne yapar eder, masalın, öykünün, şiirin bir yerlerine sıkıştırıveririm. Uçan daireler, uzaylı çocuklar, yıldızlı gökyüzü, gülümseyen aydede, çocukluğumun yıldızlı gecelerine özlemimi yansıtır biraz da. Belki de bu yüzden gelip yerleşir gökyüzü, yazıya dönüşen düşlerimin sayfalarına. Ağaçlara tırmanmayı sevdiğimden, ağaç masalları...
Çikolataya, şekere olan tutkumdan, çikolata masalları... Çocukluğum hiç ayrılmadı yanımdan, çocuk olmaktan hiç vazgeçemedim...
Tıpkı çocukluğum gibi, yazma tutkum da beni terketmedi. O kadar kızdım, küstüm, kovblodum; yazmayacağım bir daha diye kendi kendime yeminler ettim; yetmedi, arşivimde ne varsa yerlere saçıp da, kaç öyküyü, kaç masalı, şiiri parça parça ettim... Yine de kaçıp gitmedi. Öylesine yayılmış yüreğime, tüm bedenimi sarmış bu aşk; boyun eğmekten başka çare bulamadım.
1967 yılında günlüğüme, ‘ben büyüdüğümde ünlü bir şair ya da yazar olacağım, ülkeme yararlı olacağım’ diye yazmışım! O zamanlar, 15 yaşındaydım... Günlüğüm hâlâ saklıdır kitaplığımda.
Yazıyorum, çünkü yazmak benim mutluluğumdur, tutkumdur. Onsuz olamayacağımı kabullenip baş eğdiğimdir... Yazıyorum, çünkü gökyüzünün karanlıktan aydınlığa dönüşmesi, beklediğimdir... Bir ışığın peşindeyim ben... İnsanın iç dünyasının loş odalarında gizlenen hazineleri erken yaşlarda keşfetmelerini sağlayacak, geleceğin zenginliğini cebinde değil yüreğinde araması gerektiğini gösterecek bir ışığın peşinde...
Sağda solda aradığımız sihirin aslında kendi içlerinde olduğunu başka nasıl anlatabilirdim çocuklara? Bu sihri ne kadar erken keşfederlerse; hayatı ele alışlarının, yorumlayışlarının ve başkalarının hayatıyla ilgili yüreklendirici olabilme yetilerinin de o kadar erken gelişeceğini nasıl anlatabilirdim?
Yaşam boyu peşinde oldukları gücün, aslında kendi içlerinde olduğunu fark ettirip de, keşiflere açılan kapıyı onlar için nasıl arayabilirdim?
Her kitap, içimizde bir coşku yaratmalı, bizi bulutlara taşımalı, hayaller kurdurmalı. “Sanat”ın işlevi bu değil mi zaten! Bir tabloya baktığımızda, bir konçerto dinlediğimizde, bir film izlediğimizde, içimize coşkunun ateşi düşmeli, yeni bir şeyler yaratmanın, yaşama yeniden ve yeniden aşık olmanın peşine düşebilmeliyiz. Daha yazmaya başlarken, kararlıydım; okurlarım bir kez değil, döne döne defalarca okumalıydı yazacağım kitapları. Bu yüzden her yeni okumada yeni yeni anlamlara ulaşabileceği sürprizler yerleştirdim öykülere, masallara.
Mavisel Yener’le birlikte yazdığımız şiirlerle de nice oyunlar oynadık, okurlarla bu oyunları paylaştık... Sanatı, oyunu, eğlenceyi bir araya getirirken, insanların yardımlaşabileceklerini, birlikte çalışabileceklerini ve yapıcı iletişimin her alanda kullanılabileceğini çocuklara örneklemek istedik. Benim bir şansım da, aynı idealleri paylaştığımız Aysel Gürmen’in Uçanbalık’ı kuracak kadar cesur, kararlı ve çalışkan oluşuydu.
Bence bir yazarın en önemli görevi, okura, kendisini tanıma ve anlama yolunda çok yönlü katkıyla hız kazandırmasıdır.
Ben de bunu yaptım...