Son zamanlarda, büyük olasılıkla sosyal medyanın da ağız sulandırmasıyla, “ünlü” olma fikri küçücük çocukların bile aklını çeliyor.
“Ünlü olmak nasıl bir duygu” ya da “Siz ünlü müsünüz?” gibi sorularla karşılaşabiliyorum.
Hayır, ben ünlü değilim, hiç değilim. Evimde perdelerim açık rahatça oturup çekirdek çıtlatabiliyor, saçımı başımı toplamadan markete gidiyor, yolda kendi düşüncelerimle baş başa yürüyebiliyorum.
Ünlü olan ben değilim, kitaplarım…
Böyle diyorum çocuklara: “Ben ünlü değilim, kitaplarım ünlü.”
Ünlü olmamanın rahatlığını anlatıyorum, gülüşüyoruz.
Sonra bir akşam üstü, otelden çıkıp başka bir şehrin caddelerinde sağa sola bakınıp avare avare dolaşırken, “Aaa, Aytül Akal!” diye çığlık atıyor bir çocuk. Şaşırıyorum. O gün söyleştiğim okuldaki çocuklardan biri heyecanla yanıma koşuyor. Annesiyle tanıştırıyor beni. Sonra birbirimize bakıp biraz daha gülüyoruz, hani sokakta yürürken kimse tanımazdı?
"Çok sık olmaz,” diyorum.
"İyi olmakla ünlü olmaktan daha çok ilgileniyorum."
Annie Leibovitz
İnanmasını diliyorum. İyi ki ünlü değilim.
Kitaplarımın ününü seviyorum.