Aytül Akal Blog

Çocukları nitelikli kitaplarla buluşturun. Nehir gibi akan diliyle okurunu heyecan ve merakla ilk sayfadan son sayfaya hızla taşıyabilen kitaplarla…                                                                                                  

Çocuk kitapları denilince hafızalarımızda ismi kemikleşmiş olan birkaç yazardan biridir Aytül Akal. Fuarlar, söyleşiler, imza günleri derken Çocuk Yazını olarak bize vakit ayırdığınız için öncelikle çok teşekkür ederim. Herkesin bildiği biyografik bilgileri burada tekrar etmeyeceğim. Sizinle çocuk yazınının dünü ve bugünü üzerine konuşmanın bize farklı bakış açıları kazandıracağını düşünüyorum. Bu bağlamda 90’lı yılların başında çıkan ilk kitabınız Geceyi Sevmeyen Çocuk’un okurla buluşma hikâyesini sizden dinleyebilir miyim?

 

aytul 638546093651617694

Değerli övgünüz için çok teşekkür ederim. Hafızalarda yer etmiş olduğumu duyduğuma sevindim, çünkü günümüzde her alanda hızlanan yaşam, her şeye geç kaldım hissi uyandırıyor içimde. Geç kaldım…Ya da belki çok mu erkendi? Medya yok, tanıtım yok, çocukların kitap okumasının gerekliliğine ve önemine dair yerleşmiş hiçbir bilgi yok.

Geceyi Sevmeyen Çocuk’un macerası şimdiki gençlere pek inandırıcı gelmeyebilir. “Nasıl yani, 33 yıldır okunan bu masalları o zamanlar kapıdan mı çevirmiş yayıncılar?” “Nasıl yani 33 yıldır piyasada olan bu masalları o zamanlar okuruna tanıtabilmek için kapı kapı mı dolaşmış yazarı?” Günümüzde her şey o kadar kolaylaştı ki. Kitabını yazan medyaya koşuyor, tanıtımını yapıyor ve eseri nitelikliyse hızla tanınabiliyor. 90’lı yıllarda yaşadıklarımı düşündüğümde bazen ben bile şaşıyorum; coşkumu nasıl yitirmemişim, nasıl o kadar inat edebilmişim diye. Geceyi Sevmeyen Çocuk nasıl yazıldı, nasıl yayımlandı, genel hatlarıyla Masallar ve Kapılar başlığıyla web sitemde yer alıyor. İlgilenenler www.aytulakal.com adresine girip okuyabilir.

Çocuk yazınının dünüyle bugününü karşılaştırdığımızda çocukların ihtiyaçları, ilgi ve merakları hızla değişiyor. Dinamik bir hayatın içinde dikkatlerinin de matbudan dijitale doğru kaymış olduğunu görüyoruz. Sizce bugünün çocuk okurları kitaplarda tam olarak ne görmek istiyor?

Çocukların kitaplarda görmek istediği şey her zaman kendisidir. Bir yandan algısının sınırları içindeki dünyasını, öte yandan o dünyanın sınırlarını esneten, değiştiren, aşan, kendisini arar öykülerde. Bu beklentiyi karşılayabilen kitaplar bence hangi zamanda, hangi formatta olursa olsun okunacaktır. Zaten kitapların bu özelliği değil mi ki okurunun yaşamına henüz yaşamadığı farklı deneyimleri katarak geleceğine ışık tutan ve onu hayata hazırlayan?

Kitapların zamana yenik düştüğü de oluyor tabii. Okurunun hiçbir açıdan kendini öykü içinde konumlandıramayıp konusunun, kurgusunun, dilinin uzağında kaldığı, evrenselliği yakalayamamış, sadece kendi sınırlı döneminde var olan kitapların bazıları yazıldığı dönemi yansıtması açısından arşivlerde yer alabilecek ancak dönemsel bir değer de taşımıyorsa, silinip gidecek. Evrenselliğini koruyan ve zamana yenik düşmeyen kurgu kitapların her şekilde, her formatta var olmayı sürdüreceğine inanıyorum. Elinizde ister kitap ister tablet olsun, sonuçta okuduğunuz ya da dinlediğiniz öykü, her bireyi besleyen ve yaşamını çoğaltan bir edebiyat metnidir. Ben değişime değil, zamanın değiştirdiklerini fark edemeyen, okurunun beklentisini karşılayamayan, çocuk okurunu önceleyemeyen metinlere karşıyım. Değişim iyidir hatta, insanı durmadan yenilenmeye zorlar çünkü.

1967 yılında günlüğünüze “Ben büyüdüğümde ünlü bir şair ya da yazar olacağım, ülkeme yararlı olacağım,” diye yazmışsınız. Sizce yazarlık bir hayalle başlayıp sonrasında görev ve sorumluluğa evrilen bir süreç mi? Çocuk kitabı yazanların içinde hiç büyümeyen bir çocuk olduğu doğru mu?

Benim aldığım eğitime ve bu eğitimin kazandırdığı alışkanlıklara göre, sorumluluk değil de zaten olması ya da yapılması gerekenler diye bakıyorum yaptıklarıma ve yaşam tarzıma. Örneğin, “Ben büyüdüğümde tanınmış bir tasarımcı olacağım,” diye yazsaydım günlüğüme, kesinlikle tasarımcı olurdum. İstemek, ama tutkuyla, aşkla istemek ve o doğrultuda zaman ve emek harcamak hedefe ulaşmanın tek yolu; başka bir yol varsa da ben bilmiyorum. Genç yaştaki eğitim ve edinilen alışkanlıklar çok önemli. İsteyerek, seçerek aldığınız sorumluluklar omuzlarınıza ağırlık vermiyor, hatta üzerine epeyce de mutluluk ve gurur ekliyor.

Eğer duymazdan gelip küstürmemiş ya da güncel sorunlar içinde aklından tamamen silmemişse, herkes öyle ya da böyle, ama elbette bir çocukluk döneminden geçmiştir ve ne kadar yaş alırsa alsın, o çocukluk sadece ona aittir, özeldir, hep içindedir. Ancak, toplumun ya da çevrenin dayattığı hayatı kabullenip kendi kişiliğini yaşamak yerine gerçekte var olmayan birinin hayatını yaşayanların çocukluğu da yoktur haliyle. Bir gün aslına dönerse ancak, içinde bir yerlerde gizlenmiş onu beklerken bulabilir çocukluğunu…

Belki gerçek sanatçılar, geçmişini hiç unutmayan ya da zamanın akışı içinde unuttuysa da sonrasında çocukluğunu yeniden keşfedenlerdir.

Biz sizi daha çok çocuk kitaplarınızla tanısak da yazın hayatınızda şairlik, şarkı sözü yazarlığı gibi birçok türde kalem oynattığınızı görüyorum. Bu kadar renkli ve zengin bir yazı yelpazesine sahip olmanızın çocuk kitaplarınıza etkisi ne oldu?

Ben çocuklar için yazacağımı hiç düşünmemiştim, aklımda hayalimde yoktu. Sadece yazma tutkusuyla çıkmıştım yola. Lise son sınıfta, her alanda yaşamı kolaylaştıracak püf noktalarını derlediğim bir dosya hazırlamıştım. Bu dosya kitaplaşmadı ama Hayat Mecmuası’nda 1974 yılının ilk haftasından itibaren “Aklınızda Bulunsun” başlığıyla haftalık köşe yazısı olarak yayımlanmaya başladı.

Daha sonra Elele Dergisi’ne geçtim. Dergiye ek verilen on altı sayfalık Bindallı başlıklı bir derginin tamamını hazırlıyordum. Aynı yayın grubunda yer alan Ayna adlı dergiye de aylık köşe yazısı veriyordum. Hepsi de yetişkinlere yönelik çalışmalardı. Aynı yıllarda yazdığım şiirlerin üçü Cenk Taşkan tarafından bestelendi, Nükhet Duru’nun albümüne girdi. (Deli Diyorlar Bana, Gidiyorum, Hep O Kışı Hatırlarım) 1982’de şiir kitabım yayımlandı (Kent Duygusu), o da yetişkinlere yönelikti.

Bir yandan da bir dergiye haftalık öyküler yazıyor (Haftanın Sesi), Gezinti dergisine de aylık yazı veriyordum. Tay Yayınları için Mandrake, Kızıl Maske, Zagor gibi çizgi romanların çevirilerini yapıyordum. Yani çocuklar için yazacağımı keşfedemediğim ve ne yapacağıma dair sürekli bir arayış içinde olduğum o dönemde, doyumsuz bir hevesle her konuda, her alanda yazıyor yazıyordum...

Bütün bu çılgın koşuşturmanın çocuk kitaplarıma olumlu etkisi oldu elbette. Dergicilikten ve gazetecilikten gelen alışkanlıkla metne etkileyici başlık koyma, az, öz ve anlaşılır yazma, gereksiz sözcükleri ayıklayıp silme, tekrarlardan kaçınma gibi özellikleri o dönemde kazandım. Geceyi Sevmeyen Çocuk, yayımlandığında masal başlıklarının özgünlüğü ve dikkat çekiciliğiyle herkesi şaşkına çevirmiş, 1991’den itibaren yazılan tüm eserlere ve eserine başlık arayan yazarlara özgürlük alanı açmıştı.

Çocuk ve gençlik alanında birçok ödül aldınız hatta yut dışında ALMA Ödülleri’ne üç kez aday gösterildiniz. İki yüze yakın kitabınız yayımlandı, onlarcası yabancı dile çevrildi. Ödül bir yazarın hayatında nerede konumlanmalı sizce?

Gençken ve alanda yeniyken, küçük ya da büyük fark etmeksizin her ödül çılgınlar gibi sevindirebilir insanı. Ancak deneyim arttıkça, tüm ödüllerin çok da yerli yerinde verilmediğini idrak ediyor insan. Uydu uymadı, yakıştı yakışmadı, hak etti etmedi, birçok ödülde ayrım pek de öyle kıyasıya gözetilmiyor. Bunu fark edince, aldığı ödülde doyurucu bir mutluluk yaşayamıyor insan. Sanırım ben tam da böyle bir noktadayım. “Acaba kitaplarımı okudular da mı verdiler bu ödülü?” diye bir soru uyanıyor içimde.

Öte yanda, almadığım bir ödülde de başka sorular uçuşuyor zihnimde. “Ödül verdikleri kişinin tüm kitaplarını okudular mı, biliyorlar mı?”, “Bu ödüle layık olan daha doğru kişiler yok muydu?” Ödüllerin emeğe değil de isme verildiği örnekleri, insanı bu konuda hep kuşkuya sürüklüyor. Öte yanda hak etmediği bir ödülü sahiplenmek için kırk takla atan, alınca da hak etmişçesine sevinebilenler kendilerini nasıl inandırabiliyorlar, bu da bana çok şaşırtıcı geliyor.

Kitaplarınız arasında ekrana uyarlansa güzel olur dediğiniz bir eseriniz var mı? Buradan hareketle Mıymıy Teyze’nin hayatınızdaki yeri nedir?

Aklımı mı okudunuz? ‘Bir dokun bin ah işit’ derler ya, şimdi bunu örnekleyeceğim size yanıtımla J…

Süper Gazeteciler macera serisi, her kitabı dört bölümde ekrana taşındığında beş sezon devam edebilir nitelikte. Yüzbinleri aşan okuruyla Süper Gazeteciler’i, gençler ve yetişkinler için ilgi çekici bir polisiye serisi olmaya yakışır buluyorum. Beş kitaplık bir seri olan Süper Çocuklar ise, daha küçük yaş grubuna seslenen macera kitapları… Bu seri de dizi filme evrilmeye çok yatkın. Hayal kurmak bedava ya, Hexonya Gezegeni serisi de ekrana uyarlandığında muhteşem bir fantastik dizi çıkabilir ortaya. Gerilim romanlarım Zombili Mombili Roman ve Kırmızı Arabanın Hayaleti, izleyenlerin tüylerini diken diken edecek korku filmlerine dönüşebilir. Sahneler gözümün önünde uçuşuyor yıllardır. Tittirikler ve Mıymıy Teyze, uyarlanabilirliğiyle çoktan çizgi film oldu bile hayalimde.

Yazdığım her şey bir sahne olarak canlanır gözümün önünde. Ben bir yazar olarak o sahneyi aktarırım sayfalara. Drama gücüyle yazılmış olan kitaplarımı senaryolaştırmak ve ekrana uyarlamak bu nedenle zor olmaz aslında. Ancak bu fırsatını yakalayabilmek için film piyasasından bir tanıdığın olması gerekiyor ki işte o tanıdık bende yok! Başka türlü de o alana ulaşmak mümkün görünmüyor.

Mıymıy Teyze’nin hayatımdaki yerine gelince… Kitabın son sayfasında itiraf ettiğim gibi, o malum teyze, benim annem. Hiçbir şeyden mutlu olmayan huysuz ve mızmız özelliklerini yansıtmaya çalıştım karakterde. Ama serinin ilerleyen kitaplarında, ister istemez Mıymıy Teyze’ye benzeyen kendi huysuzluklarımı fark ettim; epeyce de kendimle yüzleştim yani.

Günümüzdeki çocuk kitaplarının, okul öncesini ayrı tutarsak, “çocuk” ve “ilk gençlik” olarak iki başlığa ayrılmış olması sizce doğru mu? Bu okur grubu için kesin bir yaş sınırı çizilebilir mi? Her kitabın kendi okurunu tayin ettiği görüşüne katılıyor musunuz?

Yedi sekiz yaşındaki bazı çocukların, ortaokul kitabı diye sınıflandırdığımız romanları bayıla bayıla okuyabildiği gibi, ortaokula giden bir ergenin, okul öncesi formattaki kitapları bile zar zor okuyabildiği, okuma düzeyi karmaşık bir ülkede yaşıyoruz. Ülkenin dört bir yanında öğrencileriyle buluştuğum eğitim kurumlarında, okuma düzeyinin belli bir standart çerçevesine sığmayıp birbirinden büyük ölçüde farklılıklar gösterdiğini deneyimledim. Bu nedenle kitaplar, çocukların yaşına göre değil de okuyabilme düzeyine göre seçilmeli.

Okuma yazma düzeyi birbirine yakın olup kitap okuma alışkanlığı edinmiş ülkelerdeki çocuklar ve gençler, kitaplara konan yaş aralığına – arada istisnalar hariç- çoğu kez bire bir uyuyor. Bu da, kitap seçiminde hem çocuk okura hem de yetişkinlere büyük kolaylık sağlıyor. Ayrıca eğitimde de standardın uygulanabilmesini daha mümkün kılıyor.

Ancak ülkemizin yüzölçümü geniş, nüfusu kalabalık; çocukların okuma düzeyi birbiriyle karşılaştırılamayacak kadar farklı. Son yıllarda sayıları giderek artan kaynaştırma öğrencilerinin de mevcut soruna katılımıyla, sorun iyice büyüdü. Bu durumda standart bir ölçüt nasıl belirlenebilir? Karmaşa bundan doğuyor: eğitim yetersizliğinden. Yoksa bence kitaplarda yaş belirtmek doğru bir yöntem. Ebeveynler çocuklarına kitap alırken yol gösterici oluyor. Ayrıca öğrencilerine kitap önermek isteyen öğretmenin de sınıfının seviyesine uygununu bulabilmek için yüzlerce kitap incelemesi gerekmiyor.

İstisnalar her zaman var elbette. Kitap okuma alışkanlığı edinmiş, algısı yüksek, dil becerisi gelişmiş olan bilinçli çocuk okurlar, kitabın üzerinde seviye olarak hangi yaş belirtilirse belirtilsin, sınırlamayı ölçüt almadan kendi kitaplarını rahatça seçebiliyorlar.

Sosyal medyada karşımıza çıkan tıpkı doktor reçeteleri gibi yazar reçeteleri var. Bu listelere baktığımızda çoğunun aynı yayınevine ait kopyala yapıştır yazar/kitap isimleri olduğunu görüyoruz. Çocuklarına veya öğrencilerine okuma alışkanlığı kazandırmak isteyen öğretmen ya da ebeveynlere bu konudaki tavsiyeleriniz nelerdir?

Ah o listeler. Nasıl hazırlandığını az buçuk bilsem de çoğu listede kitaplarıma yer verilmediğini görünce itiraf ediyorum, kırılıyorum. Bunca yıl, bunca emek, bunca özveri görmezden gelinebiliyorsa, ki öyle olmadığından emin olsam da o kırgınlıkla, boşa mı harcamışım yıllarımı diye geçiriyorum içimden.

Listeler bir yana, okurumdan yana hiçbir yakınmam olamaz. Onlarla fuarlarda olsun, etkinliklerde olsun, medyada yazışmalarla olsun, her zaman iletişim içindeyiz. Kitaplarımın çok okunduğunu ve çok da sevildiğini biliyorum, ama ne tuhaftır ki pek doyumsuz oluyor insan; ben de sürekli daha fazlasını mı bekliyorum, nedir… A evet bakın, hayattayken kitaplarımın ekrana uyarlandığını görebilirsem, sanırım sonunda ‘oldu’ diyebileceğim.

Okuma alışkanlığı kazandırma konusunu, elimde sihirli bir değnek varmış gibi birkaç cümlede çözebilmem mümkün olmasa da önemli bulduğum bir önerimi paylaşayım: “Çocukları nitelikli kitaplarla buluşturun. Nehir gibi akan diliyle okurunu heyecan ve merakla ilk sayfadan son sayfaya hızla taşıyabilen kitaplarla…”

Bir diğer hatırlatmam da altmış yazar ve otuz çizerin “kitap alışkanlığı edinme” konusundaki farklı önerilerinin ve anılarının yer aldığı, “Merhaba, Ben Kitap” (Tudem) adlı derlemeyi başucu kitabı yapmaları olacak. Her çocuğa ulaşabilme yönteminin farklı olduğu deneyimiyle, kitapta yer alan birbirinden değişik önerilerin en azından birkaçının işe yarayabileceğini umabiliriz.

Hiçbir çocuk, ‘kitap okumayı sevmeme’ özelliğiyle doğmuyor. Onu kitaptan soğutan, kitabın kendisi aslında. Daha ilk buluşmalarda anlama düzeyine uygun nitelikli öyküler, masallar, şiirler dinlese, kitapları sevmeme olasılığı çok uzak bir ihtimal. Evet, kitaba ulaşamayan, eli kitap kapağına bile değmeden büyüyen çocuklar da var ki, sürekli ne yapabilir diye düşünmek ve yeterli gelmediğini bilmek, bir yazar olarak da bir insan olarak da üzüyor beni.

Vakit ayırdığınız için tekrar teşekkürler.

O halde Jules Core’nin sorusunu ve müthiş yanıtını okurlarımıza hatırlatarak bitirelim. "Kitapları seviyor musunuz öyleyse hayatınız boyunca mutlu olacaksınız demektir."


alma logo ss

Ünlü yazar Astrid Lindgren’in onuruna düzenlenen ALMA Ödülü çocuk ve gençlik edebiyatı alanındaki en büyük ve edebiyat alanındaki ikinci büyük ödüldür. 
2002 yılında 94 yaşında ölümü üzerine aynı yıl İsveç Hükümeti tarafından hayata geçirilen ve ALMA olarak tanınan Astrid Lindgren ödülleri için her yıl Lindgren’in “anti terbiyeci” ruhuna uygun nitelikli çocuk ve genç edebiyatı ürünleri veren yazarlar, çizerler ile çocukların ve gençlerin okur-yazarlığına ciddi katkılarda bulunmuş kişi, kurum ve organizasyonlar aday gösterilebilmektedir.
Adaylar dünya çapındaki aday öneren 100’e yakın ülkeden kurum ve kuruluşlar aracılığı ile belirlenmekte. 
Ülkemizden bu ödüle aday gösteren kurumlar olan İTEF (İstanbul Uluslararası Edebiyat Festivali) ve  iki yazar ve iki çizer olmak üzere dört aday belirliyorlar.

Aytül Akal Astrid Lingren 'ALMA' ödülü için, 2010, 2020 ve 2021 yıllarında üç kez Türkiye adayı olarak gösterilmiştir.

2010 ÇGYD (Çocuk ve Gençlik Yayınları Derneği)
2020 İTEF (İstanbul Uluslararası Edebiyat Festivali)
2021 İTEF (İstanbul Uluslararası Edebiyat Festivali)