Tamamını Lokum Çocuk ve Edebiyat Dergisi 5. sayısında bulabileceğiniz söyleşiden, teşekkürlerimizle yaptığımız alıntılar...
*
2-İlk kez “Ben yazar olacağım.” dediğiniz günü hatırlıyor musunuz? O günden sonra hayatınızda neler değişti?
Yazma yeteneğimi üçüncü sınıftayken öğretmenim fark etmişti. Defterime yazdığım öyküleri görmüş, onları sınıf ortamında bana okutmuştu. Yalnızca bana ait olan özgün, gizil bir gücüm olduğunu hissetmek, okula, çevreme, hayata bakışımı değiştirdi. Görünmeyen, istenmeyen biri gibi hissediyordum kendimi, ama artık yazarak var olabiliyordum.
3-Hayal dünyanızın bu kadar genişlemesine sebep olan olaylar nelerdir? Çocukluk ve gençlik yıllarınızın, yaşandığı dönemin yazma serüveninize nasıl bir etkisi oldu?
Çocuklar, doğuştan hayal kurma ustasıdır. Ben de bütün çocuklar gibi bu ustalardan biriydim. Nesneleri konuşturur, istediğim her şeyi hayalimde var edebilir, fantastik bir dünyada yalnızca bana ait bir yaşam kurabilirdim. Belki hayal gücümün biraz daha geniş olmasının nedeni, o dönemlerde ortamımdan mutlu olmamam ve bu nedenle düş dünyama çok sık sığınmamdı. Çocukluğum gibi gençliğimde de özgüvensiz, baskı gören bir ortamdan başka benzer bir ortama savrulmuştum; kendimi mutlu hissedeceğim düşsel bir alan kurarak varlığımı korumak zorundaydım.
Zaman çok şeyi değiştiriyor, yaşam günden güne farklılaşıyor. Hayal dünyamız da bu yenilenen koşullara ayak uydurduğu sürece genişliyor, yayılıyor, tüm yaşamı kapsıyor. Bizim çocukluğumuzdan farklı, bizim için yeni ama onlar için doğal olan bir ortama doğuyor çocuklar. Hayal dünyamın renkleri ve genişliği, belki de değişimin ayrımında oluşumdandır.
Çocukluk ve gençlik yıllarımda nezakete verilen önem, yaşamım boyunca beni etkilemiştir. Yazma serüvenim boyunca da bu özlemi, kahramanlarım aracılığıyla kitaplarımdan okurlarıma yansıtmışımdır.
Bir de iletişimsizlik beni çok etkilemiştir. Bu nedenle her kitabımda iletişimin gücüne vurgu yapar, sorunların olumlu iletişimle kolayca çözülebileceğini ortaya koyarım.
5-Yazmaya küstüğünüz zamanlar oldu mu? Oldu ise yeniden yazmanıza sebep olan olaylar nelerdir?
Geçmişte epey düş kırıklıkları yaşadım. Hangi kapıyı çalsam kapalıydı. Yıllarım maddi manevi mücadeleyle geçti. Doğaldır, birçoğumuz gençliğimizde böyle hissetmişizdir, hatta kendini daha ağır koşullar nedeniyle kapana kısılmış hissedenler de olmuştur. Benim yapmak isteyip de yapamadığım çok şey vardı; kapana kısılmışlık duygum çokça bundandı. Tutkularım bedenimden taşarken ve aklım düş dünyasında özgürce dolaşırken, ben daracık kafesinde dolanıp duran bir aslan gibi hissediyordum kendimi. Tutsaklıktan kurtulmak için çalışmak, çok çalışmak zorundaydım. Yaşama ve düş kırıklıklarıma olan hıncımı da sanırım kendimden çıkarmaya kalktım ki “Bir daha yazmayacağım.” dedim; ne kadar öyküm, şiirim varsa yırttım, parça parça ettim. Ve on yıla yakın yazmadım da. Hayallerime gözlerimi, tutkularıma kulaklarımı tıkadım, kendimi yalnızca benden beklenen işleri yapmaya ve çocuklarıma iyi bir anne olmaya adadım.
O küskünlük sürecinde, bir kez okuduğumuz kitapları ikinci kez dinlemek istemeyip benden yeni masallar isteyen küçük oğluma masallar uydurmaya başlamıştım. Bazen de daha önce dinlediği masalı tekrar anlatmamı istiyordu. Onları unutmayayım diye daktiloda temize çekip başlıklarına göre alfabetik sıraya dizdim. (1989’da bilgisayarlar henüz yoktu hayatımızda!) Böylece hangi masalı istiyorsa kucağımdaki kâğıt yığınından hemen çekip çıkarıyor, oradan okuyordum.
Yıllarca Hayat Mecmuası ve Ayna gibi dergilerde köşe yazarlığı yapmış, El Ele dergisine ek dergi hazırlamış, Mandrake, Kızıl Maske, Zagor gibi çizgi romanların çevirilerini yapmış, ama asıl tutkum olan kitap yazma hayalimi, ne yazacağımı bir türlü keşfedemediğimden gerçekleştirememiştim. Yazacağımı çocukluğumdan beri biliyordum, hep bildim; ama çocuklar için yazacağım aklımın ucundan bile geçmemişti. O nedenle, kucağımdaki masalların her birinin bir çocuk kitabı olacağını fark etmek, benim için büyük sürpriz oldu.
9-Yazılarınızı yazarken, hayal gücünün sınırlarını zorladığınızı hissedip bunun toplumsal yargılarla ters düşebileceğini düşündüğünüz oldu mu?
Ben de bu toplum içinde yaşıyorum; yani toplum, “benim” aslında. Günümüzde anlamından uzaklaşan, işlevini yitiren kavramların fark edilmesi ve ayıklanması ne iyi olurdu.
Hâlâ çocukları küçümseyen, kendi çocuğunu anlamayan, yaşadığı çağın gerektirdiklerinin farkında olmayan, tutku diye kaba dürtülerinin peşinde koşan, evrendeki her canlının yaşam hakkı olduğunu fark edemeyen, kendini gelecek bir yana günümüzün beklentisine göre bile geliştirmeyi akıl edemeyenlerin yargılarını önceleyerek yazmak, önce doğaya, sonra kişiliğime aykırı.
Kitaplarımın evrensel olması önemli benim için. Ancak bazı konularda çekimser davrandığımı, o konulara belli belirsiz değinmek zorunda hissettiğimi itiraf etmeliyim. Dünyada milyarlarca insanı birbirinden ayıran bir o kadar da fark var. Tüm o farklılıkları kabullenmek çok zor olmamalıydı ya, kabullenilmese de farklılıkların var olduğunu bilmek bile yeterliydi. Herkesin kendilerine benzemesini, kendi değer yargılarıyla yaşamasını isteyenler, kendi dar çevreleri içinde kabul görüyor olabilir, ancak yaşadığımız evren bu değil. Belki de bu yüzden biz yazarlar, dünya piyasasında zorlanıyoruz. Dar bir alan içinde dönüp durmak zorunda kaldığımızdan, yaşama, çağa, insana eksik kalıyoruz.
Hayatı bütünüyle kucaklamak neden bu kadar zor?
13-Yazılması kolay sanılan resimli çocuk kitapları hakkında ne düşünüyorsunuz?
Herkes kendi kitabının mükemmel olduğunu düşünür, aksi halde neden yazsın, neden yayımlatsın?
Editörlere kolaylıklar diliyorum, çünkü her sözcüğünü cansiperane koruyan yazarların, birer yayıncı efsanesi olmadığını iyi biliyorum. Resimli çocuk kitaplarının kolay yazılabildiğinin düşünülmesi, bir fikir kırıntısı ve üç beş “basit” cümleyle kolayca kotarıldığının sanılmasından. Hele rastlantıyla iyi bir ressama denk gelinmiş ve sayfalar göz alıcı görsellerle bezenmişse, artık metnin zayıflığının bir önemi yoktur, evire çevire resimlerle oyalanabilir okur.
Kendi bakış açımın sınırları içinde şunu söyleyebilirim:
Herkesin zamanı çok değerli. Bir cümlede ya da bir iki sayfa içinde anlatılabilecek tek bir kavram için kitabın tüm sayfalarını kullanmak, bana gerek zaman gerekse emek ve kaynak israfı olarak görünür.
Bu nedenle, her kitapta birkaç farklı ana kavram ve birkaç da yan kavram işleyerek, katmanlı bir öykü ortaya koymayı yeğlerim. Böylece okurlar aynı kitabı defalarca okuyabilir ve her okumada farklı anlamlara ulaşır.
Kitabın nitelikli olup olmadığını iki şekilde anlayabilmek mümkün:
1. Kitabı çocuğunuza okurken sıkılıyorsanız, emin olun o, sizden daha çok sıkılıyordur. Sizi yine de sabırla dinliyor olması, metnin zenginliğinden değil, tatlı sesinize olan özlemdendir.
2. Bir kez okuduğunuz kitabı ona tekrar tekrar okumanızı istemiyorsa, nedeni, metnin sığ olması, tekrar okumaya heveslendirecek zengin anlamlar barındırmamasıdır. Çocuğunuzun seçimlerine güvenin.
15-Bir ebeveyn ve yazar olarak kendi deneyimlerinizden yola çıkarak çocuklara okuma alışkanlığı kazandırma konusunda önerileriniz nelerdir?
Kitap okuma alışkanlığını kazandırmada önerilebilecek çok yöntem olduğu gibi, birbirinden çok da farklı çocuk okur var. İşe yarar yöntemle çocuğun beklentisini eşleştirme becerisi, anne, baba ve öğretmenlere düşüyor.
Ancak en temel yöntem, kitapların ailece okunmasıdır. Eğer çocuk doğduğundan itibaren anne babasının elinde kitap görürse ve ona da sürekli kitap okunursa, kitapsever olması büyük olasılıktır.
Birlikte okumak, kitap okuma alışkanlığı edindirmenin ötesinde, ailenin birlikte zaman geçirmesi açısından da önemli bir kazanım aslında.
Fuarlarda kitaplara uzanıp, onları almak isteyen çocuklarını, “Sen daha okumayı bilmiyorsun, bırak onu.” diye azarlayan yetişkinler kadar, “Okumayı öğrendin, bundan böyle kendin okursun.” diye şart koşanlar da, çocuğun kitaba duyduğu heyecanı yok eder.
Kitap okumak bir ceza değil, bir ödüldür. Bu unutulmamalı ve çocuğun algısında da böyle anlamlandırılmalı.