Makale Dizini

 Kuralların ilki başkalarının hakkına saygı duymaktır. İnsan belli bir topluluk içinde yaşadığına ve toplumdaki herkesin yaşama hakkı olduğuna göre, birlikte yaşanılan kişilerin hakkına saygı göstermek gerekir. Sen başkasının hakkına saygı duyacaksın ki, başkası da senin haklarına saygılı olsun. Aksi bir durumda, yani herkes istediği gibi davranmaya çalışırsa ortaya hiç de hoş olmayan durumlar çıkabilir, tıpkı “Geceyi Unutan Fil” masalındaki filin başına gelenler gibi:

Geceyi Unutan Fil“Geceyi Unutan Fil” masalında canı sıkılan yavru fil, hortumuyla kocaman kocaman sesler çıkarır, kendi sesini öyle beğenir ki, bir türlü susmak bilmez. Gece olur ama yavru fil hâlâ sesler çıkarmaya devam eder. Filin sesinden kimse uyuyamaz. Sonunda maymun dayanamaz, uyumak istedikleri ve gürültüyü kesmesi konusunda yavru fili uyarır. Ama yavru filin uykusu kaçtığı için bu sefer de top oynamaya başlar, topa tekmeler atar, eğlenir, gürültüsünden kimsenin uyuyamadığını düşünmez. Sabaha karşı iyice yorulur ve uyumaya başlar. Tam uyuyacakken dışardan müthiş bir gürültü duyar. Ayılar, maymunlar, kurbağalar, geyikler, aslanlar uyanmış, oyun oynuyor, değişik sesler çıkarıyormuş. Arkadaşlarına uyumak istediğini söyler ama, onlar da uyku saatinin çoktan bittiğini, sabah olduğunu söyler. Yavru fil yatağına döner, ama bir türlü uyuyamaz. Birilerinin gürültü yaparken uyumaya çalışmanın ne kadar zor olduğunu ve dün gece kendisinin oyun oynayıp, bağırıp gürültü yaparken arkadaşlarının neler hissettiğini daha iyi anlar, o günden sonra kurallara uyarak uyumak isteyenleri hiç rahatsız etmez (Akal, 1996, ss.5-6 )

Çocuk bu masalla, kendisinin bazı hakları olduğunu ve birlikte yaşadığı arkadaşlarının da aynı haklara sahip olabileceğini, haklarını, özgürlüklerini sınırsız kullanamayacağını, başkalarının haklarına saygılı olunması gerektiğini anlar. Gerçek yaşamında bunu asla unutmaz.

Kendim eğleneyim derken bütün insanların günlük yaşamlarının alt üst olmasına neden olan yaramaz trafik lambasının anlatıldığı masalda da, canı sıkılan ve ne olacağını merak eden trafik lambası kırmızı ışığı yakmış ve hiç söndürmemiş. İnsanlar, arabalar durup beklemiş, öğrenciler derslerine, işlerine gidenler iş yerlerine, ekmek taşıyan kamyonlar bakkallara ulaşamamış. Ortalık darmadağın olmuş ama trafik lambası çok eğlenmiş. Bir müddet sonra yine canı sıkılmaya başlayan trafik lambası bu sefer yeşil ışığını sürekli yakmış. Otomobiller birbirine çarpmış, insanlar taşıtların arasından dolaşarak tehlikeli bir şekilde karşıdan karşıya geçmeye çalışmış, yine öğrenciler okullarına, insanlar işyerlerine ulaşamamış, arabalar arka arkaya sıralanmış, trafik alt üst olmuş. Sonra trafik ekipleri gelerek lambayı sık sık arıza yapıyor diye depoya kaldırmak ya da yedek parça olarak kullanmak istemiş, trafik lambasının yüreği ağzına gelmiş, ekip arızayı düzeltip bir müddet daha çalışmasını denemek istemiş. Yaramaz trafik lambası yedek parça olmaktan kurtulmuş, ama eğlenmek isterken kendinin ve insanların başına nasıl bir iş açtığını anlamış ve bir daha lambalarını yanlış yakmayı hiç denememiş. Çünkü kendi hak ve özgürlüklerinin olduğu gibi başkalarının da olabileceğini ve bunların sınırsız kullanılamayacağını anlamış (Akal, 1997b, ss.33-36).

Demokratik ve huzurlu bir toplum için insana saygı anlayışının küçük yaşlardan başlayarak verilmesi ve bunun ayrıca davranışlara da yansıtılması gerekmektedir. Yoksa yukarıdaki örneklerde olduğu gibi karşımızdakinin hak ve özgürlüğüne saygı göstermezsek, onlar da bize saygı duymaz ve toplumda huzur ve düzen kalmaz.

Demokratik yaşamın ilkelerinden birisi de yardımlaşma ve paylaşmadır. Toplum halinde yaşama, kişilerin birbirleriyle yardımlaşarak, birbirlerini destekleyerek bütünlük içinde iş görmelerini gerektirir. Toplumda sağlıklı ve huzurlu yaşanabilmesi için zaman zaman başkalarının yardımlarına gereksinim duyulabilir. Yardımlaşma, kendi gücümüzü ve olanaklarımızı başkalarının iyiliği için kullanmaktır. Dayanışma, topluluğu oluşturan bireylerin herhangi bir konuda, duygu ve düşünce içinde olmalarıdır. Her insan bir başka insanın yardımına gereksinim duyar. Hiçbir insan tek başına yaşayamadığı gibi, gereksinimlerini de tek başına karşılayamaz. Bu bağlamda yardımlaşma ve paylaşma devreye girer. Yardımlaşma, paylaşma maddi ve manevi olabilir. Maddi yardımlaşma, dayanışma her türlü mal ve para yardımıdır. Manevi yardımlaşma ise, insanların acılarını, sevinçlerini, iyi ve kötü günlerini birlikte paylaşma, mutlu ve huzurlu olmak için karşılıklı çaba göstermektir. Toplumun gücü, dayanışmayla güçlenir, ortaya çıkacak her türlü zorluk bu şekilde yok edilebilir (bkz: Şenünver ve diğerleri, 2005, ss.28-29; Yanıklar ve Elyıldırım, 2004, ss.3-4), tıpkı aşağıdaki masal örneklerinde olduğu gibi.

İki kavgacı çocuğun diktiği elma ağaçları birbirleriyle sürekli kavga edip kendi gelişimlerini engeller. Günlerini kavga ederek geçirdiklerinden hiçbir kuş dallarına yuva yapmaz, kelebekler, arılar tırtıllar onlarla arkadaşlık yapmak istemez, meyve vermedikleri için çocuklardan da sevgi göremezler. Sonunda yaprakları sararmaya, dalları kurumaya başlar. Doktorlar dertlerine çare olarak kavgayı bırakıp, öteki ağaçlar gibi birbirlerine yardım ederek gelişmeyi, büyümeyi ve çiçeklenmeyi önerirler. İki kavgacı ağaç yaptıklarından utanır ve yapraklarını birbirinin üzerinden çekmeyi dener ama boşuna, yapraklar öyle iç içe girmiş ki ayıramazlar. Bir kuş bunların yardımına koşar, tüm kuş arkadaşlarını çağırarak yaprakların birbirinden ayrılmasını sağlar. Ama sorun sadece yapraklar değildir. Kökleri de birbirine dolanmıştır. O sorunu da solucanlar çözümlerler ve iki kavgacı ağaç o günden sonra bir daha kavga etmezler, kuşlar, kelebekler, çocuklarla dost olurlar (Akal, 1998a, ss.40-48).

Işığını Yitiren Yıldız“Işığını Yitiren Yıldız” masalında yaramaz çocukların taş atarak kırdıkları sokak lambası artık sokağı aydınlatamaz, buna çok üzülen bir çocuk ona yardım etmek ister. Belediyeye haber verir ve tamir edilmesini sağlar. Sokak lambası bu yardımlaşmadan çok mutludur (Akal, 1997b, ss.55-59).

“Rengini Arayan Top” masalında ise, renk dağıtılırken geç kalan renksiz top çok üzülür, Diğer renkli toplar bir kez renksiz topa dokunarak onun rengarenk olmasına, dahası dünyanın rengarenk olmasına yardım ederler (Akal, 1997a, ss.27-29).

Örnekler, çocuklara paylaşmanın, yardımlaşmanın ne kadar güzel ve insanı mutlu eden bir olay olduğunu, böylelikle içinde bulunulan dünyanın daha yaşanılası olduğunu kanıtlamaktadır. Dayanışma ve yardımlaşma olmasaydı, iki kavgacı ağaç kuruyup gidecekti, sokak lambası bozuk kalacak ve top ise renksiz olacaktı. Masallardan anlaşıldığı üzere hem yardım edenler, hem de kendilerine yardım edilenler çok mutlu oluyor ve yardımlaşmanın, paylaşmanın, birlikteliğin tadına varıyor, güçlüklerin kolayca çözüleceğini görüyorlar. Demokratik yaşamda da bu olay böyle değil midir? Birlikte, paylaşarak, yardımlaşarak yapılan işler insanları hem mutlu eder, hem de işler daha hızlı ve güzel gerçekleşir.

Demokrasinin temel ilkelerinden bir başkası, çok seslilik, insanların kendilerini yöneteceği kişiyi yine kendilerinin seçebilme hak ve özgürlüğüdür (Şenünver ve diğerleri, 2005, s.24). Fikirlerin çokluğu, doğru olanın seçilmesinde kolaylık sağlar (Final, 2005, s.26) Kendi hak ve özgürlüklerini koruyacak ve sürekliliğini sağlayacak idarecileri toplu halde seçmek, insanların en doğal haklarından biridir. Bu hak demokrasi ile güvence altına alınmış ve insanların vatandaş olarak yerine getirmesi gereken bir ilke haline gelmiştir. Demokrasilerde seçme ve seçilme hakkı,  çok seslilik, çoğulculuk, uzlaşmacılık, hukuken güvence altındadır ve bu haktan hiç kimse men edilemez. Vatandaşlar eğer yaptıklarını beğenmiyorsa yöneticileri değiştirme hakkına da sahiptir, tek seslilik yerine çok sesli, çok bakış açılı olmanın zenginliği Akal’ın “Şımarık Fil” ve “Rengini Arayan Top” masalında çarpıcı bir şekilde vurgulanmıştır.

Kocaman bir ormanda tüm hayvanlar mutlu ve huzurlu yaşarken bir gün fil iri cüssesine, aklına ve gücüne güvenerek ormandaki gölü sahiplenmiş ve kimseye gölden su içirmemiş. Hayvanlar kendilerine başka bir göl bulmuşlar. Sonra fil, gölün çevresindeki ağaçları sahiplenerek kimseyi ağaçlara yaklaştırmamış. Hayvanlar çaresiz başka ağaçlara taşınmışlar. Fil iyice şımarmış ve bu orman benim diyerek hepsini ormandan kovalamış. Herkes kendine bir ev bulmuş ama, hiç kimse yeni evinden memnun değilmiş. Sonunda çare olarak bir yönetici, temsilci seçmeyi düşünmüşler. Zürafa, aslan ve gergedanın temsilci olmasına karar verirken, bir çocuk onlara yol göstermiş ve uzlaşarak, hep birlikte ormanlarına geri dönmüşler. Fil de şımarıklıktan vazgeçmiş ve mutlu yaşamışlar (Akal, 1998a, ss.16-19).